İstanbul Tıp Dergisi

İstanbul Med J: 13 (2)
Cilt: 13  Sayı: 2 - 2012
Özetleri Gizle | << Geri
ARAŞTIRMA
1.
Kolon karsinomlarında lenfangiogenezis’in klinikopatolojik parametrelerle karşılaştırılması
Comparison of lymphangiogenesis in colorectal carcinomas with clinicopathological parameters
Levent Yıldırım, Muhammet Emin Güldür, İlyas Özardalı, Abdullah Özgönül
doi: 10.5505/1304.8503.2012.78300  Sayfalar 53 - 60
AMAÇ: Çalışmamızda kolon karsinomlarında D2-40 ile saptanan lenfatik damar sayılarının lenfatik invazyon, lenf bezi metastazı, tümör grade’i ve tümörün klinik evresi ile ilişkisini göstermeyi amaçladık.
YÖNTEMLER: Bu çalışmada, 2002-2009 yılları arasında Patoloji Anabilim Dalında kolorektal karsinom tanısı almış 60 vaka incelenmiştir.
BULGULAR: Çalışmamızda normal kolon submukozası ile peritümöral ve intratümöral alandaki lenfatik sayıları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p=0,000, p=0,000). Aynı şekilde peritümöral ve intratümöral lenfatik sayıları arasında da istatistiksel açıdan anlamlı farklılık bulundu (p=0,013). İntratümöral lenfatik sayısı, lenfatik tümör invazyonu pozitif olan vakalarda daha yüksekti ve sonuç istatistiksel olarak anlamlı idi (p=0,043). D2-40 kullanılarak lenfatik damarlarda tümör invazyonu tespit edilen vaka sayısı, hematoksilen eozin (H&E) boyası ile belirlenen vaka sayısından daha fazla saptandı ve sonuç istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p=0,001).
İntratümöral ve peritümöral alanlardaki ortalama lenfatik sayıları ile grade, lenf nodu metastazı ve evre arasında anlamlı bir ilişki gözlenmedi (p > 0,05).

SONUÇ: Normal kolon submukozasında, intratümöral ve peritümöral alanlarda D2–40 ile saptanan ortalama lenfatik damar sayıları birbirleri ile karşılaştırıldıklarında farklılık göstermektedir. Ayrıca lenfatik damar invazyonu saptanan olgularda intratümöral lenfatik sayıları lenfatik damar invazyonu saptanmayan olgulara göre yüksek saptanmıştır.
OBJECTIVE: In our study, we aimed to show the relation between the number of lymphatic vessels which detected by D2-40 with lymphatic vessel invasion, lymph node metastasis, tumour grade and clinical stage of the tumour.
METHODS: In this study, 60 patients whom diagnosed with colorectal carcinoma in Department of Pathology between 2002-2009 are investigated.
RESULTS: In our study, statistically significant difference was detected between the number of lymphatic vessels in normal colon mucosa and peritumoural and intratumoural areas (p=0,000, p=0,000). In the same way, statistically significant difference was detected between peritumoural and intratumoural lymphatic vessel counts (p=0,013). The number of intratumoural lymphatics was higher in cases whom were positive of having lymphatic tumour invasion (p=0,0043). The number of cases having tumour invasion in lymphatic vessels detected by D2-40 were higher than cases detected by using haemotoxilen-eosin (H&E) and the result was found to be statistically significant (p=0,001).
No relation was observed between the average lymphatic numbers in intratumoural and peritumoural areas with grade, lymph node metastasis and stage (p > 0,05).

CONCLUSION: In normal colon submucosa, intratumoural and peritumoural areas; the mean lymphatic vessel numbers which is detected by D2-40 show differences when comparing each other. Besides, the number of intratumoural lymphatics in cases detected of having lymphatic vessel invasion were higher than cases without lymphatic vessel invasion.



2.
Revizyon Rinoplasti Operasyonlarının Değerlendirilmesi
Evalutaion Of Revision Rhinoplasty
Banu Atalay Erdoğan, Fatih Bora, Serdar Ceylan, Timur Batmaz, Caner Yürüyen
doi: 10.5505/1304.8503.2012.02411  Sayfalar 61 - 64
AMAÇ: Rinoplasti operasyonunun artan popülaritesi ile birlikte hastaların ve doktorların beklentileri artmıştır. Bu çalışmada, rinoplasti operasyonu geçirmiş hastaların neden revizyon cerrahiye ihtiyaç duyduğu araştırıldı. Deformiteye yol açan komplikasyonlar ve bunlara uygulanabilecek teknikler değerlendirildi
YÖNTEMLER: 2007 ve 2009 yılları arasında revizyon rinoplasti operasyonu uygulanmış 9 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların dosyaları, preoperatif ve postoperatif muayene bulguları, fasiyal analizleri, ameliyat notları, preoperatif ve postoperatif fotoğrafları retrospektif olarak incelendi.
BULGULAR: Rinoplastide revizyon cerrahiye neden olan komplikasyonlar ve hatalar saptanarak, deformitelere uygulanabilecek cerrahi teknikler ortaya kondu.
SONUÇ: Revizyon cerrahisi; hasta beklentilerinin iyi anlaşılıp bilgilendirmenin tam yapılması gereken bir girişim tipidir. Primer ameliyatlara göre daha karmaşık tekniklere ihtiyaç duyulan bu operasyonların deneyimli cerrahlarca yapılması uygundur
OBJECTIVE: With the growing popularity of rhinoplasty operations expectations are increased for both patients and doctors. In this study, the need of revision surgery who underwent primary rhinoplasty operation was searched. Also,we evaluated complications which are account for deformity and techniques to be applied.
METHODS: 9 patients who underwent revision rhinoplasty surgery between 2007 and 2009 were included in the study. Files of the patients, preoperative and postoperative examination findings, facial analysis, operative notes, preoperative and postoperative photographs were reviewed retrospectively
RESULTS: Firstly, the complications and mistakes are detected, after then the most appropriate surgical techiniques can be applied during the revision surgery.
CONCLUSION: In revision surgery, the expectations of the patients should be well understood and patients should be informed in details. These operations need more complex techniques than primary rhinoplasty operations.The revision surgery must be applied by experienced surgeons.

3.
Pontoserebellar Köşe Tümörleri: Kulak MRG Bulguları
Pontocerebellar Angle Tumors: Ear MRI Findings
Göksel Tuzcu, Abdullah Yüksel Barut, Önder Turna, Atılay Büker, Engin Acıoğlu, Esra Paşaoğlu
doi: 10.5505/1304.8503.2012.79188  Sayfalar 65 - 73
AMAÇ: Pontoserebellar köşe (PSK) tümörlerinin çok büyük bir kısmını vestibüler schwannoma (VS), meninjiyomlar ve epidermoid kistler (EK) oluşturmaktadır. Bu patolojiler dışındaki neoplastik ve neoplastik olmayan lezyonların görülme yüzdesi yaklaşık %1’dir. Bu çalışmada Kliniğimizde saptanan histopatolojik tanısı konmuş PSK tümörlü olguları manyetik rezonans görüntüleme (MRG) bulguları ile birlikte sunmayı amaçladık.
YÖNTEMLER: S.B. İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyoloji Kliniği’ ne Temmuz 2009-Nisan 2011 tarihleri arasında çınlama, işitme kaybı gibi yakınmalarla yönlendirilen ve Kliniğimizde kulak MRG ile değerlendirilen 36 olgu (21 kadın, 15 erkek) çalışmaya alındı. Olgular görüntü arşivleme ve iletişim sistemi (PACS) kullanılarak geriye dönük olarak tarandı.
BULGULAR: Yaş ortalaması 57,2 (30-80) olan 36 olgunun tamamı opere edildi ve operasyon sonuçlarına göre olguların 20’ sinde (%57) VS, 8’ inde (%23) menenjiyom, 5’ inde (%14) EK, 2’ sinde (%5,6) araknoid kist (AK) ve 1’ inde (%2,8) PSK paragangliyomu saptandı.
SONUÇ: MRG diğer modalitelere oranla PSK ve internal akustik kanal içeriğini görüntülemede ve lezyonun yapısını belirlemede en değerli inceleme yöntemidir. PSK tümörlerinin ayırıcı tanısında ve uygun tedavi planının belirlenmesinde MRG’nin şüpheci ve dikkatli değerlendirilmesi değerli bulgular verir.
OBJECTIVE: Vestibular schwannoma (VS), meningiomas and epidermoid cycts (EC) account for a vast majority of the lesions occurring in the pontocerebellar angle (PCA). Neoplastic and non-neoplastic pathologies other than these tumors constitute 1% of alllesions located in the PCA. We aimed to present magnetic resonance imaging (MRI) findings of PCA tumours identified in our clinic, retrospectively.
METHODS: 36 patients (21 female-15male) admitted Istanbul Training and Research Hospital, Radiology Clinic between July 2009-April 2011, with diagnosis of tinnitus, hearing loss assessed by ear MRI, were included in the study. The patients were retrospectively evaluated using picture archiving and communication system (PACS).
RESULTS: 36 patients with mean age 57,2 (30-80) suspected PCA tumors were operated and according to the results of surgery VS in 20 patients (%57), 8 patients (%23) menengioma, 5 patients (%14) EC, 2 patients (%5,6) arachnoid cyst, 1 patients (%2,8) paraganglioma of the PCA was found. MRI examinations were reviewed with special attention to the size, signal intensities, pattern of contrast enhancement and relations of the tumor to the adjacent tissues.
CONCLUSION: MRI is capable of providing excellent images of the CPA and contents of internal auditory canal rather than all other diagnostic modalities. Maintaining a high index of suspicion and careful analysis of MRI images can help in the differential diagnosis and guide in planning the most appropriate treatment protocol for CPA tumors.

4.
Akut Hemorajik Konjonktivit Salgını İstanbul 2010: Klinik Özellikler
Outbreak of Acute Heamorrhagic Conjunctivitis in İstanbul in 2010: Clinical Features
Mustafa Doğan, Alper Ağca, Kadir Eltutar
doi: 10.5505/1304.8503.2012.82905  Sayfalar 74 - 78
AMAÇ: Amaç: 2010 yılı Temmuz ve Eylül aylarında İstanbul’da görülen Akut Hemorajik Konjonktivit salgınının klinik özelliklerini belirlemek.


YÖNTEMLER: Metod: Kliniğimize başvuran 2625 akut hemorajik konjonktivit olgusunun ayrıntılı anamnezi alındı. Klinik özellikleri ayrıntılı olarak kaydedildi. Randomize olarak seçilen 12 vakadan konjonktival sürüntü örneği alınarak incelenmek üzere İ.Ü. Cerrahapaşa Tıp Fakültesi Klinik Mikrobioloji bölümüne gönderildi.


BULGULAR: Bulgular: Salgın 2010 yılı Temmuz ayı ortalarından başlayarak, Eylül ayı sonlarına kadar devam etti. Kliniğimize başvuran hastaların 1353 bay ( 51.54 % ), 1272 bayandı. ( 48.46 % ). Ortalama yaş 32,46 ± 19,33 ( 11 ay – 93 yaş). En fazla belirtilen şikayet yabancı cisim hissi ( 98,4 % ) idi. Yabancı cisim hissini fotofobi izlemekteydi ( 79.7 % ). Yapılan 12 adet konjonktival sürüntü örneklerinin tamamında Coxackievirus A24 ( CA24 ) izole edildi.


SONUÇ: Sonuç: Hemoraji görülen konjonktivit olgularında Akut Hemorajik Konjonktivit ve Coxackievirus A24 ( CA24 ) akla gelmelidir.
OBJECTIVE: The aim of this study is to describe clinical aspects and features of Acute Hemorrhagic Conjunctivitis outbreak in İstanbul between July-September 2010.
METHODS: In Ophthalmology department of Istanbul Research and Trainig Hospital; 2625 cases of acute haemorrhagic conjunctivitis were examined. A detailed anamnesis were taken. Symptoms and findings were recorded carefully. Conjunctival swabs of 12 randomly chosen patients were collected and sent to İstanbul Univercity Cerrahpaşa Medical Faculty Microbiology department to aetiological agent.
RESULTS: The outbreak started mid-July and outbreak peak was in second and third weeks of august. Continued till last week of September.1353 male ( 51.54 % ), 1272 female ( 48.46 % ) patients suffered. Mean age was 32,46 ± 19,33 ( 2 months – 93 years ). The most common reported symptom was irritation and foreign body sensation ( 98,4 % ). Followed by photophobia ( 79.7 % ). Coxackievirus A24 ( CA24 ) virus isolated all of 12 patients conjunctival swabs.
CONCLUSION: In conjunctivitis cases with hemorrhage, Acute Hemorrhagic Conjunctivitis and Coxackievirus A24 ( CA24 ) have to be considered.

5.
İğsi hücreli lipomun histolojik özellikleri ve ayırıcı tanı problemleri
Histologic features of the spindle cell lipoma and problems in differential diagnosis
Meltem Öznur, Şule Canberk, Pelin Yildiz, Gülzade Özyalvaçlı, Sevim Baykal, Gülben Erdem Huq, Kemal Behzatoğlu, Erol Rüştü Bozkurt
doi: 10.5505/1304.8503.2012.08108  Sayfalar 79 - 85
AMAÇ: İğsi hücreli lipomun histolojik ve tipik immunhistokimyasal özelliklerini araştırmak ve diğer subkutan yerleşimli benzer histolojik ve immunhistokimyasal özellikleri olan neoplazmlarla ayırıcı tanısını yapmaktır.
YÖNTEMLER: İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi patoloji laboratuarında lipom tanısı almış 3100 olguda son Dünya Sağlık Örgütü Yumuşak Doku Tümörleri Sınıflamasına göre alt tipler belirlendi ve bunların içinden 22 İHL çalışmaya alındı. 22 iğsi hücreli lipom olgusunda klinik (yaş, lokalizasyon, cinsiyet, nüks), morfolojik özellikler (tümör boyutu, alt tip, histoloji, mast hücre varlığı ve immunhistokimya), tümörlerin natürü ve ayrıcı tanı problemleri değerlendirildi.
BULGULAR: 3100 lipomun alt tiplere göre dağılımı şu şekildeydi: 2864 klasik lipom (%90), 293 anjiyolipom (%9), 1 kondroid lipom (%0.03), 1 miyolipom (%0.03 ve 22 iğsi hücreli lipom (% 0.7). 22 iğsi hücreli lipomların 9’u fibröz, 3’ü miksoid, 1’i anjiyomatoid ve 9’u nonfibröz alt tipti. Erkek kadın oranı 18/4 olarak belirlendi. Olguların 2’si sırt, 3’ü omuz, 1’i ön kol, 1’i oral olup 15’ü baş-boyun bölgesinde lokalize idi. Ortalama tümör çapı 3.2 cm olup en büyük ve küçük çaplar 1 cm ve 6.1 cm olarak ölçüldü. Fibromatöz alt tipte belirgin olmak üzere Toluidin blue boyasıyla her olguda mast hücresi mevcuttu. Mast hücre sayısı on büyük büyütme alanında ortalama 23 olarak bulundu. S–100 tüm iğsi hücrelerde negatif ve yağ hücrelerinde pozitif olarak tespit edildi. CD34 olguların 21’inde pozitif, 1’inde negatif bulundu. Hiçbir olguda nüks izlenmedi.
SONUÇ: İğsi hücreli lipom, subkutan lokalizasyonlu, iyi sınırlı, iğsi hücreli komponenti CD34 pozitif, mast hücrelerinden zengin bir tümör olup birçok subkutan tümörle ayırıcı tanı yapılmasını gerektiren nadir bir antitedir.
OBJECTIVE: To investigate the histologic and immunohistochemical properties of spindle cell lipoma and to make its differential diagnosis from other subcutaneous neoplasms having similar histologic or immunohistochemical charecteristics.
METHODS: 3100 cases of lipoma diagnosed in the Pathology Laboratory of İstanbul Educational and Research Hospital were reclassified according to the recent classification of Soft Tissue Tumors by World Health Organization and 22 spindl cell lipomas were included in the study. Clinical (age, gender, location, and recurrences) and morphologic features (tumor size, subtype, histology, presence of mast cells, and immunohistochemistry) as well as tumor nature and problems in differential diagnosis were evaluated.
RESULTS: The histologic subtypes of 3100 lipomas were as follows: 2864 classical lipoma (90 %), 293 angiolipoma (9 %), 1 chondroid lipoma (0.03 %), 1 myolipoma (0.03 %) and 22 spindl cell lipoma (% 0.7). Of the 22 spindl cell lipoma 9 were fibrous, 3 myxoid, 1 angiomatoid and 9 non-fibrous subtypes. Male to female ratio was 18: 4. 2 cases were localized in dorsal region, 3 in shoulders, 1 in forearm, 1 in oral cavity and 15 in head and neck. Average tumor diameter was 3.2 cm ranging from 1 to 6.1 cm. Mast cells highligtened by Toluidin blue were seen in all cases, most prominently in the fibrous subtype. Mast cell count in 10 high power field was 23. S–100 was negative in all spindle cells while lipomcytes were positive. CD34 was positive in 21 cases and negative in 1 case. No case recurred.
CONCLUSION: Spindl cell lipoma is a subcutaneous, well-circumscribed tumor rich in mast cells with a CD34+ spindle cell component and is an uncommon entity requiring differential diagnosis with several subcutaneous tumors.

OLGU SUNUMU
6.
Nadir Bir Plevral Efüzyon Nedeni; Over Hiperstimülasyon Sendrom Olgusu
A Rare Cause of Pleural Effusion: A Case of Ovarian Hiperstimulation Syndrome
Türkan Dübüş, Ahmet Birtan Boran
doi: 10.5505/1304.8503.2012.74745  Sayfalar 86 - 88
Over stimülasyonu, foliküler olgunlaşmayı sağlayan ve hamilelik şansını arttırmayı hedefleyen bir işlemdir. Ender rastlanan ancak ciddi seyreden bir komplikasyonu over hiperstimülasyon sendromu (OHSS)’dur. OHSS, çok farklı klinik ve laboratuvar bulguları ile ortaya çıkabilir. Plevral efüzyonun nadir nedenlerinden biri olan OHSS’yi bir olgu eşliğinde tartışmayı amaçladık.
Ovulation stimulation is a treatment that aimed to increase the chances of pregnancy probability by increasing the follicular maturation. Ovarian hyperstimulation syndrome (OHSS) is rare, but serious complication of ovulation stimulation. OHSS can occur with very different clinical and laboratory findings. We purposed to disscuss OHSS as a rare etiology for pleural effusions by presenting our case.

7.
Erken İnfantil Epileptik Ensefalopati ve İzleminde West Sendromu Gelişen Bir Yenidoğan Olgusu
A Case Report Of A Newborn With Early Infantile Epileptic Encephalopathy And West Syndrome In Follow-Up
Belma Saygılı Karagöl, Mehpare Özkan, Nurullah Okumuş, Ayşegül Zenciroğlu
doi: 10.5505/1304.8503.2012.37039  Sayfalar 89 - 92
Erken infantil epileptik ensefalopati (Ohtahara sendromu), hayatın ilk aylarında ortaya çıkan ve sık tekrarlayan tonik nöbetler ile karekterize nadir bir epileptik ensefalopatidir. En önemli interiktal EEG bulgusu uyku ve uyanıklıkta ortaya çıkan börst-süpresyon paternidir. Burada yenidoğan döneminde erken infantil epileptik ensefalopati ve izleminde West sendromu tanısı alan bir olgu sunulmuştur. Yaşamın erken döneminde başlayan dirençli nöbetler, ağır klinik ve EEG bulguları ile seyreden erken infantil epileptik ensefalopati ve izleminde West sendromu birlikteliği nadir görülmesi nedeni ile klinik yaklaşımda hatırlanmalıdır.
Early infantile epileptic encephalopathy (Ohtahara snydome) is a rare epileptic encephalopathy with onset of frequent seizures in the neonatal and early infancy period. It is characterized by suppresson-burst pattern during sleeping and waking states. This report describes a case of a newborn with early infantile epileptic ecephalopathy and West syndrome in follow-up. Intractable seizures in the neonatal period with serious clinical manifestations and characteristic EEG pattern of early infantile epileptic encephalopathy and West syndrome in follow-up association should be recognized in attention towards the possibility of this rare diagnose.

8.
Osteopetrozis Tarda.Bir Olgu Sunumu
Osteopetrosıs Tarda. A Case Report
Özcan Ayşar, Nil Sayıner Çağlar, Şule Tütün, Oya Şener, Firuzan Altın
doi: 10.5505/1304.8503.2012.08769  Sayfalar 93 - 96
Osteopetrozis, osteoklast fonksiyonundaki bozukluk sonucu oluşan osteoskleroz ile karakterize nadir görülen kalıtsal bir kemik hastalığıdır. Tarda formu daha sık görülmekle birlikte, otozomal dominant geçişli ve bening karakterdir. Otozomal dominant osteopetrozis hastaların %50’sin- de asemptomatiktir ve bu nedenle tesadüfen saptanır. Biz burada, 54 yaşında bel ağrısı yakınmasıyla polikliniğimize başvuran erkek hastada osteopetrozis tarda tip 2 klinik ve radyolojik özelliklerini bildirdik ve bu konudaki literatürü gözden geçirdik.
Osteopetrosis is rare hereditary bone disease characterised by osteoclast function disorder causes osteosclerosis. Although the tarda form seen more common, is autosomal dominant and benign characterized. Autosomal dominant osteopetrosis in %50 of patients are asymptomatic and therefore detected inci-dentally. We report 54 year old male patient admitted to our clinic complaint of low back pain with characteristic clinic and radiographic features of osteopetrosis tarda type 2 and review the literature.

9.
Travma ile Gelen Hastada Karaciğer Yaralanması ve Kist Hidatik Rüptürü: Olgu Sunumu
Liver Injury and Hydatid Cyst Rupture in a Patient Who Was Incoming because of trauma: a case report
Burhan Hakan Kanat, Mustafa Girgin, Mesut Yur
doi: 10.5505/1304.8503.2012.97659  Sayfalar 97 - 100
Echinococcus granulosus’un sebep olduğu hidatik kist hastalığı endemik bölgelerde halen önemli bir sorun teşkil etmektedir. Endemik bölgeler başlıca Türkiye’nin de içinde bulunduğu Orta ve Doğu Avrupa, Güney Amerika, Avustralya, Yeni Zelanda ve Güney Afrika’dır. Daha çok karaciğer ve akciğerde yerleşim gösterse de vücudun tüm dokularında görülebilir. Karaciğer kist hidatiklerinin çeşitli komplikasyonları vardır ve rüptür bunlardan biridir. Rüptür kendiliğinden olabileceği gibi travma sonucu da gelişebilir. Bu olgu sunumunda travma sonucu karaciğer yaralanması olan aynı zamanda peritona perfore olmuş karaciğer kist hidatiğini sunuyoruz.
Hydatidosis, caused by Echinococcus granulosus is still an important problem in endemic areas as Middle and Eastern Europe including Turkey, South America, Avustralia, New Zealand and South Africa.The disease localized in liver and lungs in most of the cases, but also could be exists everywhere in the body. There are various complications of liver's hydatid cyst disease and rupture is one of them. Rupture can occur spontaneously or as a result of trauma. We are presenting; a liver laceration and at the same time a liver hydatid cyst which was ruptured as a result of trauma.

10.
Portal Ven Trombozu İle Seyreden İnkomplet Behçet Hastalığı Olan Bir Olgu Sunumu
A Patient With Incomplet Behçet's Disease Presenting With Portal Vein Thrombosis
Esma Güldal Altunoğlu, Bekir Hacıoğlu, Ender Ülgen, Feray Aktaş, Ciğdem Bulut, Sevinç Yardımcı, Zeynep Kemik, Yurdaer Özcan, Esen Karakaş, İsmail Yıldız
doi: 10.5505/1304.8503.2012.44154  Sayfalar 101 - 104
Behçet hastalığı tekrarlayan oral aft ve ek olarak genital aftöz ülserler, göz bulguları, cilt lezyonları, gastrointestinal tutulum, nörolojik hastalık, vasküler hastalık içeren herhangi bir tutulumla seyreden multisistemik bir hastalıktır.Behcet hastalığı kendine özgü belirti ve bulgularla teşhis edilebilir.Behçet hastalığında klinik bulguların çoğunluğunun vasküler tutulum sonucu meydana geldiği kabul edilir. Arteryal ve vönoz sistemi ve bütün çaptaki damarları tutabilir. Portal ven tutulumu da nadir olmayarak görülebilir. Bu yazıda portal ven tombozu, paterji pozitifliği ve göz bulguları olan ancak oral aftları olmayan inkomplet Behçet hastalığı olarak kabul edilen bir hasta sunuldu.
Behçet's disease is characterized by recurrent oral aphthae and any of several systemic manifestations including genital aphthae, ocular disease, scin lesions, gastrointestinal involvement, neurologic disease, vascular disease. Diagnosis of Behçet disease's is made on the basis of clinical findings. Most clinical manifestations of Behcet's disease are believed to be due to vasculitis. Both arterial and venous vessels of all size may be involved.Portal vein involvement may be seen not uncommen in Behcet's disease. Our patient had portal vein thrombosis, positive pathergy test and ocular involvement but he had not oral aphthous ulcerasyon and he was diagnosed incomplete Behçet's disease.